|
|
|
|
şehir, rüzgârını yitirmiş seslere yenilmesin!
diye ağlayan çocuk adam ağlayışından doğru,
kaçıncı soruluşun gözyaşının örtemediği kana
aynı yüzü unutmadan kaç kez uyuyabilirsin?
bildik göğün altında yeni yalnızlıklar arayan,
ve dünyayı her sabah kendisiyle uyandırmaya
bütün zarflarda adını unutan yolcu
işte, yüzünü saklamaktan yorulduğun dünya
işte ölüm, olağan maceralar içinde kayıp
- ölüm bir çandır oysa, ölçülü sessizliğiyle
aşktan bağışlanmış bir gövde seçer çarpışmak için -
yol gelip kapıya dayanır dizilir ölümün bakışı geceye
karartma perdeleri gibi yüzüne ağlayarak kapanır
gurbeti benzetmek için bulduğun şehir,
soluksoluğa geceye yetiştirdiğin kadın,
sesinde çarpışan ipuçlarıyla tenha arayışların
körlerin yıldızından bir düş kurar kendine.
öğrendin gökyüzünün nasıl parçalandığını
kendini kırk yerinden vurup yıldızlar dağıtarak.
bir benzerini bul şehirde, ikizin yok
sormak için, artık: göğün nerede
ve niçin bu cehenneme yalnız kapandığını.
kalbine işaret olan izleri koruyarak
nicedir yok, kalbindeki yükle ineceğin bir durak
acıdan silinmiş kadın gölgeleri, yağmur,
sen, şehre posta arabalarının gelişini bekliyorsun
güneşi nerede unuttuğunuzu unutan kadını sayıklayarak,
içinde birilerinin bağışlamasından bir yara
kalabalığında unutulmamak için ormanın
yaprak döken çocuk, bir dal ama kenarda.
ordaki, ey kendine karışmayan hâlâ yalnızlık mısın?
- yalnızım, çağırılmaya adım yeter mi?
|
|
|
|
|
|
|